eKitap: http://NehculBelaga.tripod.com

ehlibeyt@myiris.com

Doğrularla Birlikte

Yazan: Profesör Dr. Muhammed Ticani Semavi

İÇİNDEKİLER

bullet Önsöz
bullet Giriş
bullet Ehl-i Sünnet Ve Şia'nın Kur'an Hakkındaki Görüşleri
bullet Ehl-i Sünnet Ve Şia Nezdinde Sünnet-i Nebevi
bullet Şia Ve Ehl-i Sünnet Nezdinde İnanç Konusu
bullet Ehl-i Sünnet Ve Şia'nın Nübüvvet Konusundaki inançları
bullet Şia Ve Ehl-i Sünnette imamet

Devamı yakında....

Hangisi Haktır?

Ehl-i Sünnet'in Hilafet Konusundaki Görüşü Ve Bu Görüşün Tenkidi

Kur'an-ı Kerim'de Hz. Ali'nin Velayeti İle İlgili Ayetler

İkmal-i Din (Dini Kamil Kılmak) Ayeti 'de Hilafetle ilgilidir

İkmal-i Din Ayetinin Arefe Günü Nazil Olduğu Gorüşünün Tenkidi

Hasret Ve Üzüntü

Hz. Ali'nin Velayetini İspatlayan Diğer Deliller

Şura Gorüşünün Tenkidi

Sakaleyn Hususundaki İhtilaf

Aişe İle İbn-i Ömer'in İhtilafı

Ehl-i Sünnet ve Şia'nın Sünnet-i Nebevi Hususundaki İhtilafları

Ehl-i Sünnet'e Göre Kaza Ve Kader

Şia'nın Kaza Ve Kader İnancı Kaza Ve Kader İle Hilafet Mes'elesi

Humus

Taklit

Ehl-i Sünnetin Şia'yı Tenkit Ettiği Hususlar

Ma'sumiyet İnancı

Ma'sum İmamların Sayısı

İmamların İlmi

Beda Konuşu

Takiyye Konuşu

Mut'a Veya Geçici Evlilik

Kuran'ın Tahrif Meselsi

İki Namazı Birlikte Kılmak Konuşu

Toprak Parçasına Secde

Ric'at (Hayata Yeniden Dönme)

Ehl-i Beyt'i Sevmekte Aşırı Gitmek

Mehdi-i Muntazar (Beklenilen Mehdi)

Bismillahirrahmanirrahim

 

ÖNSÖZ

Bizlere hidayet, inayet ve temkin ile ihsanda bulunan ve kullarına Salihlerden olsunlar diye her türlü hayır ve saadeti bağışlayan alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun. Her kim O'na tevekkül ederse, O kendisine yeter ve onu şeytanlardan korur. Her kim de O'nun yolundan yüz çevirirse, hor ve zelil kalır.

Salat-u selam, alemlere rahmet olarak gönderilen, mustaz'afların yardımcısı ve müminlerin önderi olan Resul'üne olsun.

Yine salat-u Selam, Allah'ın hidayet meş'alesi ve kurtuluş gemisi olsunlar diye makamlarım diğer insanlardan üstün kıldığı temiz ve tahir Ehl-i Beyt'e olsun.

Sonra Allah'ın rıza ve rızvanı Peygambere bey'at eden,

Ona yardım eden, ahdini bozmayan. Ondan sonra da ahdinde sabit kalan, geri dönmeyen ve daima şükreden ashabına ve onlara iyilikte uyup kıyamete kadar onların hidayeti üzere giden ilk ve sonraki tabilere olsun.

"Ey Rabbim! gönlümü aç, işimi kolaylaştır ve dilimin düğümünü çöz ki, sözümü anlasınlar."

Ey Rabbim! Kitabımı okuyan herkesin basiret gözlerim muhlis kullarım hidayet ettiğin hakikatlere aç.

Bundan önce yayınlanan Nasıl hidayete kavuştun»<1) adlı kitabım; görüş ve tenkitlerini bizden esirgemeyen aziz okuyucular tarafından oldukça beğenilmiştir. Bunun üzerine bir çokları benden sünni ve şii müslümanların ihtilafa düştükleri konuları etraflıca ele almamı ve bu hususlara daha fazla açıklık getirmemi istediler. Bu yüzden hakikati arayanların gerçeğe ulaşmalarına yardımcı olmak ve dillerde dolaşan bir çok hataları gidermek amacıyla bu kitabı da aynı üslub île yazdım. Ümid ederim ki, benim araştırma ve mukayese yoluyla hakikata ulaştığım gibi insaf sahibi her araştırmacı da Allah'ın yardımıyla en kısa yoldan gerçeğe ulaşabilsin.2

Elinizdeki bu esere, "Ey inananlar! çekinin Allah'tan ve doğrularla birlikte olun." ayeti kerime'sinden iktibasla "Doğrularla Birlikte" adım verdim.

Bu kitapta okuyacağınız hususlar benim yakin ettiğim ve

1- Tövbe/119.

gücüm yettiğince başkalarına da izah etmek istediğim görüşlerdir. Ben bu görüşleri hiç kimseye zorla kabul ettirmek istemiyorum ve bütün müslüman kardeşlerinim görüşlerine saygı duyuyorum... Şüphesiz yegane hidayet eden, Allah'tır ve salihlerin velisi de O'dur.

Bazıları "Nasıl Hidayete Kavuştum" kitabınım adından Ehl-i Beyt mezhebine inanmayanların "dalalet" üzere oldukları anlamının çıktığım ileri sürerek itirazda bulunmuş;

"Bu anlam kastedilmişse "dalaletten maksat nedir?" diye bir soru yöneltmişlerdir. Bu itiraza kısaca şu cevapları veriyorum:

l- Kur'an-ı Kerim'de "dalalet" kelimesi unutkanlık ve yanılgı manasına kullanılmıştır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyuruyor

"Musa dedi: bilgisi Rabbimin katında bir kitaptır; ne yanılır Rabbim, ne unutur."

Taha/52,53"

Hakeza şu ayet "…Biri unuttuğu vakit öbürünün hatırlatması için…

Bakara/282 Yine Kur'an-ı Kerim'de "dalalet" lafzı araştırma manasına da kullanılmıştır. Allah-u Teala Resulüne (s.a.a)  hitaben şöyle buyuruyor: "Ve seni yol yitirmiş (onu arayan) bulup da yol göstermedi mi sana?"

"Duha/7'

Yani "Biz senin hakikati aradığını gördük ve seni ona hidayet ettik."

Resulullah (s.a.a)'ın kendine vahy nazil olmadan önce Mekke'de kavminden ayrılıp Hira mağarasında pek çok geceler ibadet için inzivaya çekildiği herkesçe bilinmektedir. Resulullah (s.a.a)'ın şu sözünde de "dalalet" aynı manayı ifade

etmektedir

"Hikmet, mü'minin yitiğidir; onu nerede bulsa alır."

Sözkonusu kitabımın adı da yukarıda açıklanan manayı ifade etmektedir.

2- Kitabın ismi bazı okurların yorumladığı gibi hidayete erişmeyenlerin, hidayetin karşıtı olan "dalalette bulundukları manasım içerdiğin! farzetsek bile-ki bu bir çoğunun karşılaşmaktan korktuğu bir gerçektir yine de bu Resulullah (s.a.a)'in alttaki hadisiyle tam bir uyum halindedir

Resulullah (s.a.a) sahih bir hadisinde şöyle buyurmuştur

 

"Ben sizin aranızda iki ağır şey bırakıyorum: Allah'ın kitabım ve yakınlarım olan Ehl-i Beyt'imi; bu ikisine sarıldığınız surece asla dalalete düşmezsiniz."

Bu hadis Kur'an ve Ehl-i Beyt'e birlikte sarılmayanın bir nevi dalalette olduğunu açık bir şekilde beyan etmektedir. Nitekim benim önceden yukarıdaki hadiste ifade edilen manada dalalette olduğum ve Allah-u Teala'nın lütfuyla Kur'an ve Ehl-i Beyt'e sarılarak hidayete kavuştuğum hususunda bir şüphem yoktur. "Bizleri bu yola hidayet eden Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi hidayet etmeseydi, biz asla doğru yolu bulamazdık. Şüphesiz ki Rabbimizin elçileri hakkı getirmelerdir."

Birinci ve ikinci kitabım, Kur'an-ı Kerim'de açıklanan bazı esasları içermektedir. Kur'an en doğru ve en güzel kelamdır. Bu iki kitabımda yazdıklarım mutlak hak olmasa bile hakka en yakın olan şeylerdir. Zira istinad ettiğim deliller sünni ve şii müslümanların ittifak ettikleri ve her iki mezhebin yanında doğruluğu sabit olan esaslardır. Bana "Nasıl Hidayete Kavuştum?" Ve "Doğrularla Birlikte" adlı kitaplarımı yukarıda değindiğim esaslara dayanarak hazırlamak ve mü'min kardeşlerimin istifadesine sunabilme tevfik ve başarısını ihsan eden Allah'a hamdolsun.

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

GİRİŞ

Allah'ın salat ve selamı Eşref-i Mürselin olan efendimiz ve mevlamız Muhammed (s.a.a)'e ve onun pak Ehl-i Beyt'ine olsun.

Allah-u Teala'dan, Ümmet-i Muhammed'i hidayet etmesini dilerim. Ta ki en hayırlı ümmet olsun ve tüm insanları Hz.Mehdi'nin (a.f) bayrağı altında hidayet ve nura şevketsin. "Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlaya­caktır."

Her din kendi mensuplarının inandığı birtakım inançlara ve bu inançların oluşturduğu ilke ve kavramlara dayalıdır. Bu inançlar herkesçe kabul edilen akli ilkelere dayanan açık ve esin delil ve burhanlarla ispatlanmalıdır. Çünkü; ancak bu yolla mü'minler diğerlerini de kendilerinin inandıkları şeylere davet edip onları ikna edebilirler. Buna rağmen bilginlerin ilk merhalede açıklamasında zorluğa düştüğü bir takım düşünceler de dinde mevcuttur. Mesela akıl ve bilim ateşin yakıcı ve helak edici oluşunda görüşbirliği içinde olmasına rağmen, aynı ateş Hz. İbrahim aleyhisselam'ın kıssasında Allah-u Teala'nın emriyle soğuk ve esenlik kaynağı olmuştur. Hakeza bilim açıklayamamasına rağmen, Hz. İbrahim, parça-parça edip dağlar üzerine koyduğu kuşları çağırdığında kuşlar hemen Allah'ın emriyle dirilip gelmişlerdi. Yine Hz. isa (a.s)'nın elini sürmesiyle anadan doğma körün gözü şifa buluyor, Cüzzam hastalığına yakalanan iyileşiyor ve hatta ölü tekrar diriliyordu. Oysa ki mevcut pozitif ilimlerde bunlar için bir açıklama bulmak zordur.

Bütün bunlar Allah-u Teala'nın Peygamberleri eliyle gerçekleştirdiği mucizeler bölümüne girmektedir. Bunların, Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar yanında örnekleri çoktur. Allah'u Teala'nın Enbiya ve Rasullerinin (s.a.s) eliyle mucize ve harikulade olayları meydana getirmesi de insanlara, akıllarının her şeyi kavramaktan aciz olduğunu anlatmak içindir. Allah-u Teala onlara çok az bir ilim vermiştir. Belki insanların nisbi kemal ve salahı da bundadır. Nitekim insanlardan bir çoğu Allah'ın nimetine küfran etmiş, hatta bazıları O'nun varlığım bile inkar etmişlerdir. Bazıları da akıl ve bilime yönelerek Allah-u Teala'nın yerine bunları kendilerine ma'bud edinmişlerdir. Bütün bunlar, akıllarının kısa ve ilimlerinin az olmasına rağmen yelteniyorlar. Eğer kendilerine her şeyin ilmi verilmiş olsaydı ne yaparlardı Allah bilir?!

Müslüman bir şahıs için inançtan temel olup son derece ehemmiyet taşıdığından dolayı bu kitap, Kur'an-ı Kerim'de ve Resulullah (s.a.a)'ın hadis-i şeriflerinde yer alan Isla mi inanç ve itikatlardan bazısını içermektedir.

Bu nedenle, Ehl-i Sünnet ve Şia'nın, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebevi hakkındaki inançlarım özel bir bölümde ele alıp inceledikten sonra her iki fırkanın ihtilaf edip gereksiz yere birbirlerini suçladıkları diğer meselelere değineceğim. Amacım, hak bildiğim şeyleri açıklayıp bu konuda araştırma yapmak isteyenlere yardımcı olmak ve islami birliğin sağlam bir düşünce esası üzerine kurulmasında bir pay sahibi olmaktır.

Allah-u Teala'dan bizleri kendi sevdiği ve razı olduğu yolda muvaffak kılmasını ve müslümanları hak üzere toplamasını temenni ediyorum. Gerçekten de O Aziz ve Kadir'dir.

 

EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'NIN KUR'AN HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Kur'an, Rasulullah (s.a.a)'a nazil olan Allah'ın kelamıdır. Ve Kur'an-ı Kerim, önünden ve arkasından batılın sızamadığı, bir kitaptır. Kur'an-ı Kerim Müslümanların Şer'i hükümlerinde, ibadet ve inançlarında başvurdukları en büyük mercileri durumundadır. Kur'an hakkında şüphe eden veya ona ihanette bulunan herkes İslam'ın zimmetinden çıkmış sayılır. Tüm Müslümanlar Kur'an'ın kutsallığı, ihtiramı ve onunla amel edilmesi gerektiği konusunda ittifak halindedirler, müslümanların ihtilafı Kur'an'ın tefsir ve te'vili hususundadır! Şia'nın Kur'an'ın tefsir ve te'vilinde tanıdığı yegane mercii, Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt imamlarıdır. (Allah'ın selat ve selamı onlara olsun).

Ehl-i sünnet'in mercii ise yine Rasulullah (s.a.a)'dan gelen hadislerle, sahabe veya meşhur dört mezhep imamlarından birinin hadislerle ilgili yorum ve açıklamalarıdır. Bu yüzden islami meseleler özellikle de fıkhi hükümler hususunda bir çok ihtilaf baş göstermiştir. Ehl-i Sünnet mezheplerinin bile kendi aralarında ihtilafı varken Ehl-i sünnet ile Ehl-i Beyt (Allah'ın selamı onlara olsun) mektebi arasında ihtilafın olması garipsenecek bir olay değildir.

Kitabın başlangıcında belirttiğim gibi özet olsun diye bu hususta sadece bazı konuların üzerinde duracağım. Elbette daha fazla bilgi edinip gizli hakikatlerin keşfedilmesi doğrultusunda geniş araştırmaları yapmak isteyenler bu

konuları daha etraflıca araştırabilirler.

Şia ve Ehl-i Sünnet müslümanları Resulullah'ın (s.a.a) müslümanlara Kur'an-ı Kerimin tüm hükümlerini açıkladığı ve tüm ayetlerini tefsir ettiği hususunda ittifak halindedirler. Sadece Rasulullah (s.a.a)’dan sonra Kur'an'ın zikredilen tefsir ve te'vil için kime müracaat edilmesi hakkında ihtilaf etmişlerdir.

Ehl-i Sünnet bu hususta şöyle diyor:

"Aralarında bir fark gözetilmeksizin tüm sahabeler ve onlardan sonra da dört mezheb imamları ve diğer İslam alimleri, Kur'an'ın tefsiri hakkında müracaat edilmesi gereken salahiyetli ve ehli kimselerdir."

Ama Şia'ya göre sadece Ehl-i Beyt imamları bu iş için salahiyeti kamil olan kimselerdir. Allah-u Teala'nın "Eğer bilmiyorsanız Ehl-i Zikirden (bilenlerden) sorun".1

l - Nahl/43. Tefsir-i Taberi. c.l4, s.109. Tefsir-i İbn-i Kesir, c2, s.70.

ayetinde kendilerine müracaat edilmesini emrettiği "bilenler" de işte bunlardır. Yine Allah'ın seçtiği ve kendilerine Kitab'ın ilmini miras olarak bıraktığı kimseler de bunlardır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyuruyor

"Sonra Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık."

Fatır/32.

İşte bu yüzden Resulullah (s.a.a) da onları Kur'an'ın bir eşi ve dengi karar kılmış, müslümanlara, onlara sarılmayı emretmiş ve uyulması gereken "iki değerli emanet"ten biri olduklarını açıklayarak şöyle buyurmuştur:

"Sizlere iki değerli şey bırakıyorum; Allah'ın kitab'ı ve itretim olan Ehl-i Beytim: Bunlara sarıldığınız müddetçe asla sapmazsınız.”1

Müslim'in naklettiği hadiste ise "Allah'ın Kitabı ve Ehl-i

Beytim" lafzından sonra üç defa "Sizlere Ehl-i Beytim hakkında Allah'ı hatırlatırım"

l - Tirmizi, c.S, s.329. Nisai ve Ahmed b.Hanbel de bu hadisi nakletmştir.

buyurduğu zikredilmiştir.1

Şu açıktır ki, Ehl-i Beyt, ümmetin en bilgili vera'lı (allah'ın haramlarından en çok uzak duranı), takvalı ve faziletli olanlarıdır. Ferazdak onlar hakkında şöyle diyor.

"Takva sahiplerini saysalar onlar (Ehl-i Beytte)

Muttakilerin önderleri olarak yadedilir:

"Yeryüzünün en hayırlısı kimdir?"

diye ya sorulsa yine onlardır, denilir.

Burada Ehl-i Beyt'le (Allah'ın selamı onlara olsun) Kur'an-ı Kerim arasında olan bağı hatırlatmak amacıyla Kur'an-ı Kerim'den bir örnek zikrediyorum. Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

"Andolsun yıldızların yerlerine ve şüphe yok ki bu eğer bilseniz pek büyük bir anttır; şüphe yok ki bu pek güzel ve şerefli Kur'an'dır; saklanmış bir kitapta; O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz."

Vakia/75-79.

Bu ayet-i Şerife, şüphesiz başlarında Resulullah (s.a.a)

l - Sahih-i Müslim. C2. s362. Ali b£bi-Tatib'in Faziletleri babuvla.

olmak üzere Ehl-i Beyt'e (Allah'ın selat ve selamı onlara olsun) değinerek, onların Kur'an'ın derin ve gizli manalarım bildiğini beyan etmektedir.

Zira biz İzzet ve Celal Sahibi Allah'ın ettiği yeminler hususunda derince düşünecek olursak Allah-u Teala'nın, asra, kaleme, incire, ve zeytine v.b. şeylere and içtiğini görürüz;

ama yıldızların yerlerine ettiği yemin daha büyük bir yemindir.

Hak Teala bu yemini biri olumsuz diğeri olumlu olan iki ayrı cümleyle beyan ederek önemini açıklamıştır. Yeminden sonra "bu pek güzel ve şerefli Kur'an'dır; saklanmış bir kitapta" buyurarak Kur'an'ın (derin hakikatlerinin) saklanmış bir kitapta yer aldığını bildirmiştir.

"Saklanmış" olan ise gizli ve batın olandır. Sonra da "O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz" buyuruyor. Bu ayetteki "La" eda-ı nefy (olumsuzluk) içindir ve buradaki "dokunamaz" kelimesi "idrak edemez" ve "anlayamaz" manasındadır. bazılarının zannettiği gibi sadece elle dokunmak anlamına değildir. Zira Arapça'da, el ve benzeri bir şeyle dokunmak anlamına gelen "Lems" ile batini ve ruhi irtibat anlamına gelen "mess" kelimeleri arasında büyük bir fark vardır. Allah-u Teala bu kelimeyi, diğer bir ayette de yine batini idrak ve etki anlamına kullanarak şöyle buyuruyor

 

"Allah'tan çekinenler şeytanın bir vesvesesine uğradılar mı düşünürler, bir de bakarsın ki doğru yolu görmüşler bile."

A'raf/201. Bir başka ayette şöyle buyuruyor :

"Faiz yiyenler, ancak Şeytan'ın dokunmasıyla deliren kimse gibi kalkarlar."

Bakara/275.

O halde buradaki "mess" akıl ve ruhla ilgili bir şeydir, elle dokunmak anlamına değil. Allah-u Teala Kur'an'a temiz olanlardan başkasının dokunamayacağına ant içmektedir. Eğer elle dokunmak manasına olursa, Allah-u Teala böyle bir şeye yemin eder mi? Zira tarih bazı zalimlerin (mesela Beni Ümeyye halifelerinden bazılarının) Kur'an'ı alaya aldıklarım O'nu parçaladıklarım yazmaktadır. Hakeza İsrail askerlerinin Kur'an'ı yaktıkları bilinmektedir. Bu hususta televizyonlarda da korkunç ve utanç verici görüntüler sergilendi. O halde Hak Teala'nın bu sözü, (yanı ona temiz olanlardan başkası dokunamaz ayeti) Kur'an ayetlerinin manalarım seçip beğendiği ve tertemiz kıldığı bir grup dışındakilerin bilmediği anlamınadır.

Ayette yer alan "Mutahherun" kelimesi ism-i Mefuldür. Yani "temizlenmiş kimseler". Öte yandan Allah-a Teala diğer bir ayette şöyle buyuruyor

 

"Ancak ve ancak Allah, ey Ehl-i Beyt sizden her çeşit pisliği gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz bir hale getirmek diler."

Ahzab/33 Demek ki "O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz"

ayeti de Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'ten başkasının Kuran’ın hakikatlerim idrak edemeyeceği manasınadır.

Bu yüzden Resulullah (s.a.a) Ehl-i Beyt'i hakkında şöyle buyurmuştur

Nasıl ki yıldızlar yeryüzü ehlin! sular içine batıp yok olmaktan koruyan sağlam bir vesiledir, benim Ehl-i Beyt'im de ümmetim! ihtilaflardan koruyan sağlam bir sığınaktır (yani nasıl ki insanlar okyanuslarda yollarım yıldızlar vasıtasıyla teşhis edebiliyor ve boğulmaktan kurtuluyorlarsa aynı şekilde, ümmetim de ihtilaflarda boğulmaktan ancak, Ehl-i Beyt'ime uyarak kurtulurlar.) Araplardan herhangi bir kabile, onlara muhalefet ederse, şeytan'ın hizbinden olurlar.'1'

l - "Müstedrek", C3, S.149'da Hakim, ibn-i Abbas'dan nakledip, "bu senedi sahih olan bir hadistir" demiş.

O halde şia'nın bu konudaki sözü Ku'ran-ı Kerim'in ayetlerine ve Ehl-i Sünnet'in sihahlarında bile nakledilen Rasulullah (s.a.a) hadislerine dayanmaktadır. Biz bunlardan bazı örnekler sunmaya çalıştık.

 

EHL-Î SÜNNET VE ŞİA NEZDÎNDE SÜNNET-Î NEBEVİ

Sünnet-i Nebevi Resulullah (s.a.a)'in dediği, yaptığı ve açıkladığı şeylere denir. Sünnet-i Nebevi Müslümanlar nezdinde, hüküm, ibadet ve inançlardan sonra gelen ikinci kaynağı konumundadır.

Ehl-i Sünnet Sünnet-i Nebeviye, Hulefa-i Raşidin yani Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (a.s)'nin sünnetini de eklemektedirler. Bunu da naklettikleri şu hadise dayandırmaktadırlar.

"Benim ve benden sonraki hidayete ermiş raşid halifelerin sünnetine uyunuz, ona azı dişlerinizle sımsıkı bir şekilde sarılınız.1

Bu hususta onların, Resulullah (s.a.a)’ın men'ettiği ama Ömer'in sünnet haline getirdiği teravih namazına'2' sarılmaları en büyük örnek teşkil etmektedir.

Bazıları Resulullah (s.a.a)’ın sünnetine istinasız tüm sahabelerin sünnetim de eklemektedirler. Bunun delilinin de nakledilen şu hadisin olduğunu söylemekteler.

"Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uysanız hidayet bulursunuz." Ve "Ashabım ümmetimin eminleridir.3

İnkar edilmesi mümkün olmayan hakikat şudur ki, "Ashabım yıldızlar gibidir" hadisi Ehl-i Beyt hakkında rivayet edilen şu hadis karşısında uydurulmuş bir hadistir

"Ehl-i Beyt'imin imamları yıldızlar gibidir.

Hangisine uysanız hidayet bulursunuz."'4'

Ve bu hadis daha makuldür. Zira Ehl-i Beyt imamları ver'a, zühd, ilim ve takvada en büyük örnek ve numune idiler. Buna Ehl-i Beyt'in takibçilerinin yanısıra düşmanları

1 - Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.4, s.126.

2 - Sahih-i Buhari, C.7, s.99, "Allah'ın emri için gazab ve şiddetin caiz olduğu yerler" babına bakabilirsiniz.

3 - Sahih-i Müslim, Fezail-us Sehabe babı ve Musned-i Ahmed

b.Hanbel, c.4, s398.

4 - "Deaim-ul İslam" El-Kazi rivayet etmiştir.

bile itiraf etmekte ve tarih tümüyle bu hakikate şahid bulunmaktadır.

Ama "Ashabım yıldızlar gibidir." hadisi akl-ı selimin kabul edemeyeceği bir şeydir. Zira ashab içerisinde peygamberden sonra dinden dönen1 Sahabeler de vardı. Üstelik onlar birbiriyle bir çok mevzuda ihtilaf etmişlerdir, bazıları bazılarına lanet bile etmiş'2' ve hatta birbirlerini ihtilafları yüzünden öldürdükleri(3) bile olmuştur. Bazı sahabelere şarap içtiği, zina ettiği ve hırsızlıkta bulunduğu için hadd bile uygulanmıştır. Tarihte bu ve benzeri bir çok olaylar vuku bulmuştur. O halde hangi akıl bu gibi insanlara, mutlak surette uymayı emreden bir hadisin doğru bir hadis olduğunu kabul edebilir?

Hz. Ali (a.s) ile savaşan'4' Muaviye ve benzerlerine uyanların hidayete ermiş olmaları mümkün olabilir mi? Oysa ki Resulullah (s.a.a)’ın Muaviye'yi "bağilerin önderi" olarak adlandırdığı herkesçe bilinmektedir.'5'

Hakeza Emevi saltanatını güçlendirmek ve desteklemek maksadıyla masum insanları katleden Bisr b. Ertat, Mugire b.Şu'be ve Amr b. As'a uyan kimselerin, doğru yolu bulmaları nasıl mümkün olabilir? Ey Aziz ve akıl sahibi

l - Ebu Bekr'in savaş açtığı ve Ehl-i Ridde (dinden dönenler) olarak adlandırılan kimseler gibi.

2 - Nitekim Muaviye Hz. Ali'ye la'net etmeyi emrediyordu.

3 - Nitekim ashabın çoğu Osman'ı kınamış ve ana karşı kıyam etmiştir.

4 - Cemel, Siffin, Nehrevan ve benzeri savaşlar gibi.

5 - » Ammar’ı  bagi bir topluluk öldürecektir" hadisi.

okuyucu, "Ashabım yıldızlar gibidir-" hadisini okuduğunda bunun bir uydurma hadis olduğunu anlamış olman gerekir. Zira bu hadis, sözde sahabeye hitap etmektedir, o halde nasıl olur da peygamber "ey ashabım, ashabıma, uyun" diyebilir? Ama "Ey ashabım, Ehl-i Beytimden olan imamlara uyunuz; onlar sizi benden sonra doğru yola hidayet edenlerdir" hadisi hakkında şüphe dahi edilmez. Zira Sünnet-i Nebevi'de bunun başka bir çok örnek ve şahitleri de vardır. Bu yüzden şia,

"Benim ve benden sonra gelecek olan hidayete ermiş raşit halifelerin sünnetine uyunuz" hadisinden maksadın da Ehl-i Beyt'ten olan on iki ma'sum imamın olduğunu söylüyor. Rasulullah ümmetine, Kuran’a uymayı emrettiği ve farz kıldığı gibi Ehl-i Beyt imamlarına da uymalarını farz kılmıştır.'1)

Ben ilk önce de belirttiğim gibi sadece Ehl-i Sünnet'in sihahında yer alan rivayetlerden Şia'nın görüşlerini ispatlayan delilleri nakletmekle yetinmeye çalışıyorum. Yoksa Şia kaynaklarında bundan daha çok deliller ve apaçık beyanlar mevcuttur2

1 - Sahih-i Tirmizi, C.5, S328. Sahih-i Müslim, c2f36î. Nisai Hasais'de. Kenz-ul ummal, c.l.s.44. Miisned-i Ahmed, c5. s.]89. Mustedrek-us Sahiheyn, c.3, s.148. Sevaik-ul Muhrika, s.148. Tabakat-ul Kubra, c2, s.194. Tatwani, c.l, s.l31.

2 - Mesela: Saduk "El-ikmal" kitabında, Rasulullah'tan(s.a.a) şöyle naklediyor: "Benden sonra imamlar on iki kişidir. İlki Ali sonuncusu ise Kaimdir (Mehdi'dir) Bunlar benim halifelerim ve vasilerindir."

 

Elbette Şia Ehl-i Beyt imamlarının teşri hakkının olduğunu veya onların sünnetinin de kendilerinin bir içtihadı olduğunu söylememektedir. Şia'nın görüşü şudur:

"İmamların verdiği tüm hükümler Allah'ın kitabı ve Hz. Rasulullah (s.a.a)'ın Hz. Ali'ye ve Hz. Ali'nin de evlatlarına (masum insanlara mahsus yöntemle) öğrettiği yol-yordamdan ibarettir. Yani onların ilmi ilahi irade gereği miras yoluyla peygamber (s.a.a)'dan Ehl-i Beyt'e intikal etmiş bir ilimdir."

Şia'nın bu hususta bir çok delilleri vardır ki Ehl-i Sünnet alimleri de kendi sihah, müsned ve tarihlerinde bu delilleri nakletmişlerdir.

Burada karşımıza şu soru çıkmaktadır: "O halde Ehl-i Sünnet niçin kendi yanlarında sahih olan bu hadislerle amel etmemiştir?'

Bir başka hususta şudur: daha önce açıkladığımız üzere Şia ve Ehl-i Sünnet Kur'an-ı Kerim'in tefsirinde ihtilaf ettikleri gibi Hz. Rasulullah (s.a.a)'tan gelen hadislerin de tefsirinde ihtilafa düşmüşlerdir. Örneğin, her iki tarafın kabul ettikleri bir hadiste yer alan "raşid halifeler" kelimesin!, Ehl-i Sünnet Rasulullah (s.a.a)'dan sonra hilafet makamına geçen dört halifelere yorumlarken, şia bundan maksadın Ehl-i Beyt imamları olan on iki halife olduğunu söylemektedir.

Bu ihtilafın, Kur'an-ı Kerim veya Hz. Rasulullah (s.a.a)'ın övdüğü ve kendilerine uyulmasını emrettiği şahıslarla ilgili bütün konularda sözkonusu olduğunu görüyoruz. Örneğin:

"Benim ümmetimin alimleri Ben-i İsrail'in peygamberlerinden daha efdaldır." Veya, "Alimler peygamberlerin varisleridir."'1) hadislerini Ehl-i Sünnet bu ümmetin bütün alimlerine şamil kılarken, Şia bunların sadece on iki imamlara has olduğunu söylüyor. Bu yüzden Şia on iki imamın Rasulullah (s.a.a) hariç, diğer bütün peygamberlerden daha efdal olduklarına inanıyorlar. (Elbette ulul azm peygamberleri ayrıca sözkonusu edilmelidir.) Hakikat şudur ki akıl da buna hükmetmektedir. Zira ilk önce Kur'an-ı Kerim Kitap ilmini Allah'ın seçtiği kullarına verdiğini belirtmiştir. Bu da bir çeşit tahsistir. Hz. Rasulullah (s.a.a)da başkalarının erişemeyeceği makamları Ehl-i Beytine mahsus kılmış, hatta onları "kurtuluş gemisi, hidayet imamları, karanlığı aydınlatan meşaleler ve uyulduklarında insanı sapıklıktan kurtaran iki değerli emanetten biri" olarak adlandırmıştır.

Bu örneklerden anlaşılıyor ki, Ehl-i Sünnet'in görüşü Kur'an-ı Kerim ve Nebevi Sünnet'in ispat ettiği bu tahsisle çelişmektedir.

l - Sahih-i Buharı, c.l ve sahih-i Tirmizi İlim faslında.

Ayrıca akıl da Ehl-i Sünnet'in bu husustaki görüşüne razı olmamaktadır; zira bu görüşte Allah-u Teala'nın bütün kötülükleri onlardan gidererek tertemiz kıldığı, hakiki alimlerin kimler olduğunu açıklanmamakla birlikte bu alimlerle Emevi ve Abbasi hükümdarlarım överek İslam ümmetinin başına zulümle gelen alimler arasında bir fark gözetilmemektedir. Oysa bu gibi alimlerle Peygamber'in vasilerine mahsus ilahi bir güçle ilimlerini kendi babalarından (Hz. Resulullah (s.a-a)'dan) alan ve bunun dışında her hangi bir üstaddan ilim öğrendikleri tarihte tespit olmayan Ehl-i Beyt imamları arasında ne kadar büyük bir fark vardır. Ehl-i Sünnet'in kendi alimlerinin, onların ilimleri hakkında özellikle de İmam Muhammed Bakır, İmam Cafer Sadık ve Me'mun'un topladığı kırk kadıyı susturan İmam Rıza'nın ilimleri hakkında naklettikleri rivayetlerde onlarla diğer alimler arasında ilim yönünden mukayesesi mümkün olmayan büyük bir farkın var olduğunu iyice göstermektedir.'"

Ehl-i Beyt'in diğerlerinden ayrıldığı bir noktada dört mezhep imamlarının bir çok fıkhi konularda ihtilaf etmelerine rağmen Ehl-i Beyt imamlarının birbirleriyle bir konuda bile ihtilafa düşmemeleridir. Diğer yandan eğer Ehl-i Sünnetin geçen ayet ve hadislerin genel olduğu hakkındaki görüşlerin! kabul edecek olursak bu görüş asırlar sonra mezhep ve fikir ayrılığına yol açarak binlerce mezhebin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Belki de Ehl-i

l - El-ik-ul Ferid-Fusul-ul Muhimme, c3, s.43.

Sünnet alimleri de bu görüşün batıl olduğunu ve bunun inanç birliğini yok ettiğinin farkına vardıklarından dolayı içtihad kapısını kapatmak zorunda kalmışlardır.

Ama Şia inancı, Allah-u Teala ve Resulünün emirlerine mutlak teslimiyete ve bu teslimiyet gereği her asırda Müslümanların muhtaç olduğu ilimlere ilahi iradeyle sahib olan imamların etrafında toplanma esasına dayalıdır. Bu yüzden de artık hiç kimse Allah ve Resulüne yalan isnat ederek yeni bir mezhep çıkaramaz ve halkı ona uymakla yükümlü kılamaz. Ehl-i Sünnetle Şia'nın bu konudaki ihtilafları bir yönden her iki fırkanın da inandıkları Hz. Mehdi (a.f.) hakkındaki ihtilafa benzemektedir.

Şia'nın nezdinde Hz. Mehdi(a.s) babası, soyu, bilinen belirli bir şahıstır. Ama Ehl-i Sünnet'in nezdinde ahir zamanda doğacak olan meçhul bir kimsedir. Bu yüzden de onlardan bir çoğunun Mehdi olduklarını iddia ettiklerini görüyoruz.

Ama Şiilerden hiç kimsenin böyle bir şey iddia etmesi

mümkün değildir. Eğer onlar çocuklarının ismini Mehdi koysalar da bu aynen çocuklarımızı Muhammed veya Ali adlandırdığımız gibi teberrük olsun diyedir. Zira Şia Hz. Mehdi'nin on iki asır önce doğmuş olduğuna ve şimdilik gaybet döneminde olduğundan dolayı görülmediğine inanmaktadır. O halde Hz. Mehdi'nin zuhuru Şia'ya göre bir nevi mucizedir. Ehl-i Sünnet ve Şia bazen de şahıslarla ilgili olmayan

hadisler hakkında ihtilaf etmiştir. Örneğin


 

"Ümmetinim ihtilafı rahmettir" hadisi.

Bu hadisi Ehl-i Sünnet alimleri, "bir fıkhi hükümde mezheplerin ihtilafı müslümanlar için rahmettir, zira o konuda herkes kendi haline uygun olan istediği hükme göre amel eder, bu da onun için bir rahmettir," şeklinde yorumluyorlar. "Mesela bir konuda İmam Malik şiddet ve katılık gösteriyorsa aynı konuda kolaylık gösteren Ebu Hanife'nin görüşüne göre amel edebilir." diyorlar.

Ama şia bu hadisin başka bir anlamda olduğunu söylüyor. Çünkü Şia'nın hadis kaynaklarında nakledilen bir hadiste şöyle kaydedilmiştir. İmam Ca'fer Sadık (a.s)'tan "Ümmetimin ihtilafı rahmettir" hadisi için bu nasıl olur diye sorulunca, Hz. İmam Ca'fer Sadık(a.s) "Allah'ın Resulü doğru söylemiştir" dedi. O zaman soruyu soran şahıs "Eğer ihtilafları rahmet ise birlikleri bela mıdır, dedi. İmam: "Hayır, senin anladığın ve onların anladığı (yani Ehl-i Sünnet alimlerinin anladığı) şekilde değildir. Bundan Hz. Rasulullah (s.a.a) Müslümanların karşılıklı ilim almak için birbirlerinin nezdine gitmelerini kastediyor" diyerek Tövbe suresinin 122. ayetine istinad etti. Bu ayette Allah-u Teala şöyle buyuruyor

"Onlardan her bir fırkadan bir grup yok mu gidip

ilim öğrensin ve döndüklerinde kendi kavimlerini korkutsunlar belki onlar sakınırlar." Daha sonra imam Cafer Sadık (A.S) sözlerine şöyle devam ettiler. "Eğer dinde ihtilaf etseler şeytanın hizbi olurlar." (Yani, hadiste geçen "ihtilaf" kelimesi Arapça'da bir çok anlamda kullanıldığı gibi "gidip-gelmek" anlamındadır. Bu hadiste ise ümmetin ilim için sefere çıkması anlamındadır, tefrika ve görüş ayrılığı anlamında değildir.)

Görüldüğü üzere bu açıklama doyurucu bir tefsir olup inanç birliğine davet etmekte ve tefrikayı reddetmektedir.'1) Oysa Ehl-i Sünnetin geçen hadise getirdikleri yorumları makul bir yorum değildir. Zira bu yorum fırkalara bölünüp Müslümanların çeşitli mezheplere ayrılmasına sebep olmaktadır.

Dolayısıyla da tek bir inanç etrafında toplanmaya davet eden Kur'an-ı Kerim'in ayetleriyle bağdaşmıyor. Allah-u Teala Mu'minun suresinin 52. ayetinde şöyle buyuruyor

Yani "Bu sizin tek ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim, benden sakının."

Al-i imran suresinin 203 ayetinde de buyuruyor: Yani “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın ve tefrikaya düşmeyin.”

1- Bu ihtilafın küçük bir örneği şudur: Besmele'yi namazda söylemek Malikilere göre mekruh, Şafiilere göre farz, Hanefilere göre müstahaptır. Hanbeliler ise cebren kılınan namazlarda sessiz olarak okunmasını söylüyorlar.

Yine Enfal suresinin 46. ayetinde de buyuruyor.

Yani, "Birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz."

Bir ümmetin, fertlerini birbirlerine düşman kılan ve neticede birbirlerini küfre düşmekle suçlamağa ve hatta başkalarının kanını dökmeği bile helal saymaya sebep olan tefrikadan yani mezhebi bölünmelerden daha kötü bir ayrılık düşünülebilir mi? Tarih boyunca vuku bulan olaylar bunun en büyük şahitleridir. Oysa Allah-u Teala Müslümanları bölündükleri takdirde ne gibi korkunç sonuçlarla karşılaşacaklarından haberdar etmiştir. Al-i İmran suresinin 105 ayetinde şöyle buyuruyor

Yani: "kendilerine apaçık deliller geldikten sonra da gene bölük-bölük olanlara, gene ayrılığa düşenlere benzemeyin."

Ve En'am suresinin 159. ayetinde buyuruyor, ve yine

Rum suresinin 21 ve 21 ayetlerinde de buyuruyor ki:

Yani: "Müşriklerden olmayın; onlar ki dinlerini böldüler ve grup-grup oldular, her bir hizip kendi sahip olduğuyla sevinmektedir."

Burada şu noktaya işaret etmekte yarar görüyorum:

Ayette geçen şiye'an (grup-grup) kelimesinin bazı insanların zannettiği gibi şia ile hiç bir ilgisi yoktur. Bir defasında bir cahil gelip bana nasihat ederek şunları söyledi:

"Şia'yı bırak! Zira onları Allah sevmemektedir. Resulünü de onlardan olmaktan sakındırmıştır." O'na "Bu hususta bir delilin var mıdır?" dediğimde, cevap olarak yukarıda okuduğumuz "Onlar ki dinlerini bölüp grup-grup oldular sen onlardan değilsin" ayetini okudu. Ona ayette geçen şiye'an kelimesinin grup-grup demek olduğunu ve bunun şia ile hiç bir ilgisi olmadığı hususunda ikna etmeğe çalıştım, fakat ne yazık ki o, yine kendi batıl sözünde Israr etti.'1' Zira ona Allah'ın cisim olduğunu öğreten Cami

l - Oysa ki Kur'an-ı Kerim'de Şia kelimesi bazen övgü makamında da kullanılmıştır. Mesela Saf f at suresinin 83. ayet-i Kerimesin  "Gerçekten İbrahim, Nuh un şiasındandır." Yani iman ve hidayette ona uyanlardandır"

İmamı(!) böyle öğretmişti ve Şia'dan uzak durmasını tavsiye etmişti. O, artık kendi kafasına yerleşenden başkasını kabul edemezdi!

Şimdi asıl konuya dönmek istiyorum. Ben hakikati bilmeden önce "Ümmetimin ihtilafı rahmettir" hadisini okuyup, Hz. Rasulullah (s.a.a)'den nakledilen

yani: "Yakında ümmetim yetmiş iki fırkaya bölünecek onların içinden bir grup hariç hepsi Cehennem'e gidecek'1)

Hadisiyle karşılaştırdığımda devamlı olarak hayrete kapılıyor kendi kendime şöyle soruyordum. Nasıl olur da ümmetin bölünmesi rahmet olduğu halde ateşe girmesine de sebep oluyor?

Fakat Hz. İmam Sadık(a.s)'ın geçen hadisle ilgili açıklamasını gördükten sonra artık sözkonusu hayretim ortadan kalktı ve Ehl-i Beyt İmamlarının hidayet İmamları ve karanlığı aydınlatan nur, ve gerçekten de onların Kur'an'ın ve sünnet'in tercümanları olduklarını ve onlar hakkında Hz. Resulullah (s.a.a)'ın:

1 - Sünen-i İbn-i Mace, Kitabul Fiten, c.2. Hadis 3993 Müsned-i Ahmed, c3. s.120.

Sahih-i Tirmiîi, Kitabul İman.

Yani: "Benim Ehl-i Beyt'im sizin aranızda aynen Nuh'un gemisine benzer. Her kim o gemiye bindiyse kurtuldu ve her kim ondan geriye kaldıysa boğulup helak oldu. Onlardan öne geçmeyin helak olursunuz. Onlardan geri kalmayın (yine) helak olursunuz. Onlara bir şey öğretmeğe kalkmayın, çünkü onlar sizden daha çok biliyor.1 diye buyurduğu hadisinin hak olduğunu iyice anladım.

Hz. imam Ali (a.s) hak olarak Ehl-i Beyt hakkında şöyle

Buyuruyor:

"Peygamberinizin Ehl-i Beyt'ine bakınız ve onlara sarılın; onlara tabi olun; onlar sizi hidayetten çıkarmaz ve sizi kötülüye çevirmez. Eğer onlar otursalar siz de oturun; eğer onlar kalksalar siz de kalkın Onlardan öne

1 - Savaiku'l Muhrika, s.136 ve 227 Cami’us Sağir, c.2, s.l31 Musned-i Ahmed, c.3, s.l7 ve c.4, s366. Hilyet'ul Evliya, c.4, s306. Mustedrek'us Sahiheyn. c2, s.151.

Talhis-i Zehebi-ElMu'cem'us Sağir-i Tabarani. c2, s22

geçmeyin sapıklığa düşersiniz; onlardan geri kalmayın helak olursunuz.'1

Yine Hazret Ali (a.s) Ehl-i Beyt'in değerini açıkladığı başka bir hutbede şöyle buyuruyor:

"Onlar ilmin hayatı, cehaletin ölümüdürler, onların hilmi, onlann ilminden, onların zahiri onların batınından, onların susması mantıklarının hikmetinden haber vermektedir. Onlar hakka muhalefet etmezler ve onda ihtilafa düşmezler. Onlar İslam'ın direkleri ve kurtuluş sığınaklarıdırlar. Onlarla hak, kendi haddine (kemaline) ulaştı; ve batıl yerinden koparılıp dili kökünden kesildi Onlar dini koruma ve uygulama aklıyla taakkül etmişler;

duymak ve nakletmek aklıyla değil; ilmi nakledenler çok olur ama ona riayet eden ise az olur.2

Evet, ilmin kapısı olan Hz. İmam Ali(a.s) doğru söylemiştir. Gerçekten de dini korumak ve riayet etmek için dinleyip düşünenle nakletme amacıyla dinleyen

1 - Nehc'ul Belaga, c2. s.190.

2 - Nehc'ul Belaga, c3, s.439.


kimsenin arasında çok büyük bir fark vardır. Dinleyip de nakledenler çoktur. Resulullah'ın (s.a.a) meclisinde hazır olup o hazretten hadis dinleyip hadisin anlamım doğru şekilde kavramadan nakleden sahabeler az değildir. Bunlar bazen de O hazretin maksadının aksini nakletmişlerdir. Ama hadisi anlayarak nakledenler ise pek azdır, insan bazen ömrünü ilimde harcamasına rağmen ancak belli bir dalda kendini yetiştirebiliyor. Hatta bazen belli bir ilmin veya sanatın ancak bir dalında uzman olabiliyor ama bütün dallarına yönelemiyor. Ama Ehl-i Beyt imamlarının bütün ilimlerin muhtelif dallarında derin bir ilme sahib oldukları tarihi araştıran için bellidir. Tarih Hz. İmam Ali (a.s)'nın derin ilahi ilmini ispatlayan örneklerle doludur. Bunun diğer bir şahidi de Hz. İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık'ın oluşturduğu ilim mektepleridir. Bu mekteplerde binlerce bilgin; fıkıh, kelam, tefsir, kimya, vb. ilim dallarında öğrenim görmüştür.

 

ŞÎA VE EHL-Î SÜNNET NEZDİNDE İNANÇ KONUSU

Şia'nın kurtuluşa eren fırka olduğuna dair kanaatimi çoğaltan konulardan birisi de Şia akaidinin her selim akıl ve fıtrat sahibi insan tarafından kolayca kabul edilebilir olmasıdır. Onların nezdinde her mesele ve inanç hakkında Ehl-i Beyt imamlarından tam manasıyla yeterli bir açıklama mevcuttur.

Oysa Ehl-i Sünnet ve diğer fırkaların bazı itikadi meselelere açık-seçik bir çözüm getiremediklerim görüyoruz.

Bu bölümde önemli inançlardan bazıları hususunda her iki fırkanın görüşlerine değinip konu hakkında kendi kanaatimi herhangi ağır bir tenkid yapmaksızın beyan ederek seçimi okuyucunun kendisine bırakacağım.

Bütün müslümanların inandığı bir takım temel inançlar vardır. O ise Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inanmak ve aralarında hiç fark gözetmemektir. Yine tüm müslümanlar Cennet'e, Cehennem'e ve Allah'ın kabirlerde olanları tekrar diriltip hep birlikte hesaba çekeceğine inanmaktadırlar. Yine tüm müslümanlar Kur'an-ı Kerim'e inanmakta ve Hz. Muhammed (s.a.a)'in son peygamber oluşunda ve kıblelerinin tek bir kıble oluşunda da görüş birliği içerisindedirler. Fakat bu inançlardan bazısının yorumunda ihtilaf edilmiş ve bu konular çeşitli kelami ekol ve mezheplerin ihtilaf alanı haline gelmiştir.

EHL-Î SÜNNET VE ŞİA'NIN NÜBÜVVET KONUSUNDAKİ İNANÇLARI

Şia ve Ehl-i Sünnet'in ihtilaf ettikleri konulardan biri de "Ma'sumiyet" konusudur. Şia'ya göre Peygamberler (Allah'ın selamı onlara olsun) elçi olarak gönderildikten önce de sonra da masumdurlar. Ama Ehl-i Sünnet'e göre onlar, ancak ulaştırdıkları Allah'ın kelamı hususunda masumdurlar, diğer hususlarda ise aynen diğer insanlar gibi, bazen isabetli karar verebildikleri gibi ve hataya da düşebilirler.

Bu konuda Ehl-i Sünnet kendi Sihahlarında Rasulullah (s.a.a)'ın bir çok defalar (neuzu billah) hataya düştüğünü ve bazı sahabenin O'nu irşad edip doğruya yönelttiğini ifade eden bir takım rivayetler de nakletmişlerdir. Örneğin Bedir esirleri konusunda güya Rasulullah (Allah'ın selat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt'ine olsun) hata yapmış, Ömer ise doğru karar vermiş ve eğer Ömer olmasaymış Resulullah (s.a.a) helak olacakmış!..1 Veya naklettiklerine göre Resulullah (s.a.a) Medine'ye geldiğinde onların hurma ağaçlarım aşıladıklarını görünce onlara "Ağaçları aşılamayın ki daha iyi ürün versinler" demiş. Fakat aksine hurma ağaçları kötü ürün vermiş ve onlar Resulullah'a gelip şikayet edince


l - Bunu ibn-i kesir "El Bidayetu Ve'n Nihaye' adlı kilabında İmam Ahmed b. Hanbel, Müslim, Ebu Davul ve Tirmizîden nakletmiştir.

Hazret "Siz dünya işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz" demiştir. Ayrı bir rivayete göre de şöyle buyurmuştur. Yani: "Ben ancak bir beşerim; eğer size dininizle ilgili bir şeyi emretsem onu tutun, ama eğer kendi görüşümden bir şey emredersem ben ancak bir beşerim."

buyurduğu nakledilmiştir."'

Yine Ehl-i Sünnet'te nakledilen başka bir hususta şudur Güya Rasulullah (s.a.a)'e sihir yapmışlar ve bunun üzerine o Hazret günlerce ne yaptığını bilmezmiş. Hatta hazret kadınlarıyla ilişkide bulunduğunu zannedermiş. Halbuki gerçekte böyle bir şey söz konusu bile değilmiş.'?' ve yine Hazreti kendisi yapmadığı herhangi bir işi yaptığını hayal edermiş.*3'

Bir diğer rivayette de güya Hazret namaz kılarken yanılmış ve kaç rek'at kıldığını bilememiş'4' veya namazda uyumuş ve uykusu o kadar derinmiş ki horladığım duymuşlar ve daha sonra da uyanarak abdest almadan

1 - Sahih-i Müslim. El Fezail Kitabı, c.7, sS5. Miisned-i Ahmed, c.l, s.162 ve c 3, s.152.

2 - Sahih-i Buhari, c.7, s29

3 - Sahih-i Buhari, c.4. s68.

4 - Sahih-i Buhari, c.l. s.123 ve c2, s65.

namaz kılmış.1 Ve yine naklediyorlar ki, O Hazret gazaplanınca bazen la'neti hakketmeyen birisine söver lanet edermiş ve daha sonra.

"Ey Allah'ım, ben sadece bir beşerim; müslümanlar-dan hangi birisine lanet etsem veya sövsem sen bunu onun için bir sadaka ve rahmet karar kıl!" diye

söylermiş.2

Diğer bir rivayetlerine göre de güya Hazret, Aişe'nin evinde bacakları açık bir vaziyetde sırt üstü uzanmış olduğu bir sırada, Ebu Bekir içeri girmiş. Hazret hiç istifini bozmadan onunla konuşmuş; sonra da Ömer içeri girmiş onunla da aynı şekilde konuşmuş. Ama Osman izin isteyince, kalkıp oturmuş, kendisini toparlayarak elbisesini düzeltmiş. Aişe bunun nedenin sorunca. Hazret: "Ben meleklerin bile haya ettiği bir şahıstan haya etmiyeyim mi?" diye cevap vermiştir.3

Yine rivayet ediyorlar ki. Hazret güya Ramazan ayında

l - Sahih-i Buhari, c.7, s37.44.l71.

1 - Sünen-i Daremi, Kitab'ur Rikak.

3 - Sahih-i Müslim, Bab-u Fezail-i Osman, c.7. s.117.

cünüp olarak sabaha kadar kalır ve böylece sabah namazını kazaya bırakırmış.'1'

Ve bu çeşit akıl ve nübüvvetle bağdaşmayan, naklini gerekli görmediğimiz bir çok rivayet söz konusu kaynaklarda mevcuttur.'2'

Ama Şia'ya gelince onlar - Ehl-i Beyt imamlarından aldıkları ta'lim üzere Peygamberleri ve özellikle de Hatemün Nebiyyin olan Hz. Muhammed (s.a.a)'i bu gibi münasebetsiz yakıştırmalardan uzak bilerek Peygamberlerin (a.s) ister küçük ve ister büyük her türlü günah ve kötülüklerden pak olduklarına inanıyorlar. Şia'ya göre Rasulullah Hazretleri her türlü hata, unutkanlık, yanılma ve sihir edilmekten kısacası her türlü günah, hata ve aklı gideren etkenlerden masumdur. Hatta Rasulullah (s,a.a) yolda yürürken birşeyler yemek, yüksek sesle gülmek, yersiz yere şaka yapmak gibi halkın nazarında kötü sayılan, nübüvvet ve güzel ahlakla bağdaşmayan her türlü davranıştan bile kaçınırdı. Nerde kaldı ki, Rasulullah (s.a.a) halkın gözü önünde yüzünü karısının yüzüne dayayıp zencilerin dans edip oynamalarını seyretsin.3 Veya karısının da bulunduğu bir savaşta, karısıyla yarışmaya girip bir defasında Peygamber O'nu koşuda yensin, diğer bir defada da hanımı O'nu yensin ve "Bir bir berabere kaldık" demiş olsun.'4'

l - Sahih-i Buhari, c2, s232, 234.

2- Sahih-i Buhari, c3, s.114, ve c.7, s.96.

3 - Sahih-i Buhari, Kitab'ul iydeyn, c3, s228 ve c2. sJ.

4 - Müsned-i imam Ahmed b.Hanbel, c6, s.75.

Şia, peygamberlerin ma'sumiyetiyle çelişen bu tür rivayetleri, Emeviler ve uşakları tarafından, Rasulullah (s.a.a)'in değeri ni düşürmek ve en azından tarihin tescil ettiği kendi kötü hareket ve utanç verici hatalarına bir mazeret bulmak amacıyla uydurdukları düzme rivayetler olarak bilmektedirler.

Bazılarının uyduruk rivayetlerinde yer aldığı gibi Zeyd'in karısı olan Zeyneb'i başını tararken gördüğünde Rasulullah (s.a.a) O'na aşık olup "Sübhanellah-i Mükallibel Kulub" yani, kalpleri değiştiren Allah'ı tenzih ederim".1" dediği veya Aişe'ye meyledip diğer karılarına adaletsiz davrandığını ve bunun üzerine diğer hanımları bir defa Fatıma ile bir defa da Cehş kızı Zeynep ile birlikte gelip Ondan adaletle davranmasını istediklerini ifade eden temelsiz rivayetler*2' doğru kabul edilecek olursa kısacası Rasulullah (s.a.a)'in hata yapıp - neuzu billah - heva-hevesine uyması söz konusu olursa artık Ebu Süfyan oğlu Müaviye, Mervan b.Hakem, Amr b. As, yezid b. Muaviye gibi büyük günahlar işleyen Allah'ın haramını helal eden, suçsuz insanları öldüren kimseler için de bir kınama söz konusu olmaz.

Şia İmamları olan Ehl-i Beyt (Allah'ın selamı onlara olsun) Rasulullah (s.a.a)'in her türlü hata ve günahtan ma'sum olduğunu beyan etmiş ve zahiri anlamıyla bunun aksini ifade ettiği sanılan ayetlerin te'vilini (bu ayetlerden

1 - Tefsir'ul Celaleyn yani "Allah'ın aşikar etmek istediğini kalbinde gizlemek istiyorsan" ayetinin tefsirinde.  2- Sahih-i Müslim, Bab-u Fezail-i Aişe, c.7. s.136.

kastedilen hakiki anlamalarım) açıklamışlardır. Mesela:, "Yüzünü ekşitti ve döndürdü" ayeti gibi zahiri anlamıyla peygamberi bir nevi kınadığı sanılan veya "Senin geçmişteki ve gelecekteki günahını bağışlasın diye" ve "Gerçekten Allah peygamberinin tevbesini kabul etti" veya "Allah seni aff etsin niçin onlara müsaade ettin" gibi zahiri anlamıyla Peygambere günah isnat eden ayetleri Ehl-i Beyt imamları Peygamber (s.a.a)'in ma'sumiyetiyle çelişmeyecek bir şekilde te'vil etmişlerdir. Böylece bu tür ayetlerden hiç birinin Hz. Resulullah (s.a.a)’ın masumiyetiyle bir çelişkisi kalmamaktadır. Çünkü, bu tür ayetlerde kastedilen asıl mana ayetin zahirinden anlaşılan mana değildir, çoğunda mecazi anlamlar söz konusudur. Bu tür tabirler Arap dilinde çoktur. Kur'an-ı Kerim'de de bunun örnekleri mevcuttur. Bu gibi konularda gerçeğin ne olduğunu bilmek isteyenler Şia alimlerinin yazdığı tefsirlere, örneğin Allame Tabatabai'nin yazdığı "El Mizan", Ayetullah Hoi'nin "El-Beyan" ve Muhammed Cevad Muğniye'nin 


yazdığı "El Kaşif ve Tabersi'nin yazdığı "El İhticac" gibi tefsir ve hadis kitaplarına müracaat edebilirler- Bu kitapta ben her iki fırkanın inançlarına ana hatlarıyla kısaca işaret ederek şahsen, inandığım inançları açıklamak istediğim için ma'sumiyetle ilgili konuların teferruatına geçmekten kaçındım. Ben görüş olarak peygamberler ve onlardan sonra gelen vasilerinin ma'sum oluşunu savunmaktayım. İşte bu inanç benim içimi rahatlatıp, şüphe ve hayret kapısını yüzüme kapamaktadır.

Ama peygamberlerin yalnızca Allah'ın kelamını tebliğ etmekte ma'sum olduklarını ifade eden görüş ise delilden yoksun bir iddiadır. Zira bu taktirde peygamberin filan sözünün Allah katından olduğu ve öbür sözünün ise kendi aklından olduğunu ayırt etmek için bir delil getirilemez. Böylece; sözlerinin bazıları masumdur ve bazıları ise masum değildir diye ayırt etmek tamamen yersizdir. Dinin kutsiyetinde, şüphe ve tereddüde yol açan bu çelişkili görüşten. Hak Teala'ya sığınırım.

Burada hidayet bulduktan sonra dostlarımla yaptığım bir tartışmayı hatırlıyorum. Ben onlara Rasulullah (s.a.a)'ın mutlak olarak masum olduğunu ispatlamaya çalışıyordum;

onlar da beni Rasulullah (s.a.a)'ın sadece Kur'an'ı tebliğ etmek hususunda masum olduğuna ikna etmeye çalışıyorlardı. Tartıştığım kimselerin arasında "Tuzıt'ten (El Cerid bölgesine bağlı bir yer)1' bir üstad da bulunuyordu. Bu

l - "El Cerid" bölgesi Tunus'un Guneyinde "Kafesi' şehrinden 92 km uzaklıkta yeralan bir bölgedir.

 

arkadaşların hepsi zeka, ilim ve ince fikirlilikle tanınan kimselerdi. O üstad biraz düşündükten sonra "Dostlar benim bu konuda bir görüşüm vardır" dedi. Hepimiz, "Buyurun, görüşünüz nedir?' diyerek sözü ona verdik. O şöyle dedi:

"Et-Ticani kardeşimizin Şiadan naklettiği görüş,

gerçekten de hak ve doğru bir sözdür. Bizim de Rasulullah (s.a.a)'ın mutlak olarak masum olduğuna inanmamız gerekir. Aksi taktirde hatta Kur'an'ın kendisinde bile şüpheye düşeriz." dedi. Onlar, "Niçin?" diye sorunca, hemen şöyle cevap verdi: "Acaba Kur'an'ın surelerinden her hangi birisinin altında Allah'ın imzası mıvar-?'

Üstadın imzadan maksadı, ahid ve mektupların sonunda

kime ait olduklarını belirten özel bir simge idi.

O'nun bu ilginç tesbiti, herkesin ilgisini çekti. Çünkü, bu sözüyle zarif bir noktaya temas ediyordu. Zira, taassubu olmayan insaflı bir insan aklıyla derin düşünecek olursa şu hakikatle karşılaşacaktır; Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın kelamı olduğuna inanmak O'nu ulaştıran Elçi'nin bütün davranışlarında ve sözlerinde mutlak olarak masum olduğuna inanmayı gerektirir, zira, mutlak surette masum olmayan bir şahsın Allah-u Teala'nın kelamını duyduğunu iddia etmesi ve Cebrail'i vahyi indirirken gördüğünü ileri sürmesi o hakikatleri görmeyen insanlar için güven kaynağı olamaz. (Başka bir ifadeyle. Peygamber (s.a.a) en büyük mucizelerinden olan Kur'an-ı Kerim, Peygamber'in hak peygamber olduğunu ve Kur'an'ı Kerim'in ilahi bir kitap olarak Allah tarafından indirdiğini isbatlamaya yeterlidir. Ama Kur'an'da yer alan bütün teferruatların mesela, her hangi bir ayetin veya kelime ve harfin Allah tarafından geldiğine ve hiç bir harfinin değişmediğine inanmak, Peygamber (s.a.a)in mutlak surette hertürlü büyük ve küçük hatadan masum olduğuna inanmaya bağlıdır, ve Şia peygamberler hakkında böyle bir inanca sahiptir. Kısacası Şia'nın; masumiyet konusundaki görücü, kalbi tatmin eden, şeytan'ın ve nefsin vesveselerini yok edip fitne arayanların özellikle de inanç ve dinimizi yıkmak, Efendimiz Rasulullah (s.a.a)'a (neuzu billah) bir eksikliği isnad etmek için behane peşinde olan Yahudi, Hıristiyan ve din düşmanlarının önünü alan çok sağlam bir inançtır. Onlar çoğu zaman Sahih-i Buhari ve Müslim'in Hz. Rasulullah (s.a.a)'a isnad verdikleri davranış ve sözleri aleyhimize delil göstermektedirler. Oysa gerçekte Rasulullah(s.a.a) bu gibi davranışlardan münezzehtir.1

Elbette gayr-i müslimlere Buhari ve Müslim'in kitabında bazı zayıf hadislerin de olduğunu inandırmak bir hayli zor meseledir. Zira onlar hemen bu kitapların Ehl-i Sünnet

l - Buhari, Sahih'inin 3.cildinin 152.sayfasında, Şehadat kitabinin, Şehadet'ul A'ma bölümünde tahriç ettiği bir hadiste şöyle diyor: İbn-i Ubeyd b.Meymun bize şöyle rivayet etti; Bize isa-Aişe'den şu haberi verdi:

"Resulullah (s.a.a) bir gün birisinin mescitte kuran okudugunu duydugunda şöyle buyurdu:

"Allah rahmet etsin ona, falan surelerden unuttuğum için söylemediğim falan ayetleri hatırlattı bana."

tarafından sahih kabul edildiğin! ileri sürebilirler.

Ehl-i Sünnet'e göre Allah'ın Kitab'ından sonra Sahih-i Buhari en doğru kitap kabul edilmektedir.

ŞÎA VE EHL-İ SÜNNETTE İMAMET

Burada İmamet'ten maksadımız İmamet-i Kübra yani; Müslümanların hükümet, hilafet ve rehberlik makamıdır.

Bu kitap Şia ve Ehl-i Sünnet mezheplerini birbiriyle mukayese etmek esası üzere hazırlanmış olduğundan ilk önce her iki fırkanın da imamet hususunda dayandığı ilkeleri beyan etmeliyim ki okuyucu her iki esas ve fırkanın dayandığı esas ve ilkeleri bilsin ve böylece beni eski görüşümü terk edip bu yeni görüşü benimsemeye iten nedenlerden haberdar olsun.

Şia'ya göre "İmamet" usul-i dinden sayılan bir ilkedir ve büyük bir öneme sahiptir. Zira İmamet, insanlar için çıkarılan en hayırlı ümmete önderlik etmek meselesidir. Bu önderliğe layık olabilmek bir takım fazilet ve üstün kabiliyetleri gerektirmektedir. Onlardan Sadece bir kaçına değineceğim:

Önder olacak şahıs; ilim, şecaat, hilim, iffet, zühd, takva, kötülüklerden uzak durmak ve salih olmak gibi özellik ve sıfatlara sahip olmalıdır, o halde şia'ya göre imamet, Rasulullah (sellellah-u aleyh-i ve alih-)’dan sonra insanları yönetmek görevini üstlenebilmesi için Allah-u Teala'nın, salih kulları arasından seçtiği insana verdiği ilahi bir makamdır. Bu itikada göre Hz. îmam Ali(a.s) da Hak Teala'nın tayiniyle müslümanlara imam oldu. Hz. Rasulullah (s.a.a) vahy yoluyla aldığı emir neticesinde O'nu, halka önder olarak ta'yin etmekle görevlendirilmiş ve bunun üzerine Veda Haccindan dönerken "Gadir-i Hum" denilen bir yerde Hz. Ali'nin (s.a) Allah'ın emriyle imam olduğunu ilan etmiştir.

Hatta orada bulunan binlerce sahabi bu ilan üzerine Hz. Ali'ye (s.a) biat etmişlerdi. Bu konuda Şia'nın görüşü budur.

Ehl-i Sünnet de ümmete önderlik yapan bir makamın yani İmametin farz olduğuna inanıyor. Fakat onlara göre önder ve İmam'ı seçme hakkı ümmetin kendisine aittir. Buna göre Ebu Kuhafe oğlu Ebu Bekir Rasulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra Müslümanlar tarafından seçilmiş ve onlara önder olmuştu.

Ehl-i Sünnet'e göre Rasulullah(s.a.a) hilafet konusunda susmuş ve ümmete bu konuda hiç bir açıklama yapmayarak işi halkın kendi tercihine bırakmıştır.

HANGİSİ HAKTIR?

Araştırmacı bir insan bağnazlığa kapılmaz ve her iki fırkanın da delillerine bakıp sözlerini incelerse şüphesiz hakikate erişmede ona yaklaşacaktır. Ben, o delillere kısaca işaret ederek kendi ulaştığım hakikatleri sizlere sunacağım:

l- KUR'AN-I KERİM'DE İMAMET

Allah-u Teala Bakara suresinin 124. ayetinde şöyle buyuruyor

"O zaman Rabbi. İbrahim'i bazı sözlerle sınadı O, bunları yerine getirip tamamlayınca dedi ki: Ben seni insanlara imam edeceğim İbrahim, soyumu da imam et dedi. Allah benim ahdime dedi, zalimler nail olamazlar.

Allah-u Teala bu ayet-i kerimede imamet makamının, ilahi bir makam olduğunu ve onu kendi istediği kimselere verdiğini açıklamaktadır. Zira, bu ayet-i kerimede açıkça, İbrahim'in İmameti'nin Allah tarafından verildiği ve bu makamın Allah'ın bir ahdi olduğu ve ilahi ahde layık olmayan zalimlerin bundan uzak kalacağı açıkça belirtilmiştir.

Yine Allah-u Teala Enbiya suresinin 73. ayetinde şöyle buyuruyor

"Onları öyle rehberlik ettik ki emrimizle halkı doğru yola sevk ederler ve onlara hayırlı işle*'1! namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik ve onlar bize ibadet eden kişilerdi."

Ve yine Secde suresinin 24 ayetinde de şöyle buyuruyor "Ve içlerinde sabrettikleri takdirde onları, emrimize

doğru yola sevk edecek rehberler tayin etmiştik bizim

ayetlere yakin etmişlerdi."

Ve yine kasas suresinin 5. ayetinde buyuruyor ki:

 

"Ve bizse yeryüzünde zayıf bir hale getirilmesi istenenlere lütfetmeyi ve onları, halka rehber, kılmayı ve yeryüzüne, onları miras bırakmayı dilemedeydik."

Bazıları geçen ayetlerde geçen imamet lafzından maksadın nübüvvet ve risalet olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa bu, hatadır ve imamet lafzından anlaşılan manaya ters düşmektedir. Zira, Resul aynı zamanda hem nebi ve hem de imamdır, ama her imam, resul veya nebi değildir.

Bu esasa göre Şia'nın görüşü Kur'an-ı Kerim'in ifadesine daha yakındır. Zira, geçen ayetlerde Allah-u Teala'nın imameti, istediği kimseye verdiği ve bunun zalimlerin ulaşamayacağı ilahi bir makam olduğu hiç bir şüpheye yer verilmeyecek bir şekilde açıklanmıştır. Öte yandan Hz. İmam Ali(s.a) hariç Peygamber (s.a.a)'in diğer meşhur sahabesi İslam'dan önce bir müddet müşrik olarak yaşadıklarına göre zalimlerden olmuş ve bu sabıkadan dolayı Allah'ın ahdi olan imamet ve hilafete erişebilme salahiyetlerim kaybetmişlerdir. Bu açıklamadan ilahi bir ahd olan imamet makamını, üstlenmeye sadece Hz.Ali(s.a)'ın layık olduğuna dair görüşün tutarlılığı ortaya çıkmaktadır.

Hz. Ali(a.s) Allah'tan başkasına ibadet etmemiş ve bir gün dahi olsun puta tapmamıştır. Bu yüzden Allah-u Teala sahabe arasında ona değer vermiş ve üstün kılmıştır.

Eğer bir kimse "İslam geçmişi atfetmiştir" derse "evet bu doğrudur" deriz, fakat yine de müşrik olup sonra tevbe eden şahısla doğuştan temiz ve halis olan ve Allah'tan başkasın tanımayan bir şahıs arasında çok büyük bir fark vardır.

 

DEVAM EDECEK...