Akil,
kardeşi Emirül müminin Ali aleyhisselamın halifeliği
zamanında misafir olarak, hazretin Kufe’deki evine geldi. Ali
(a.s) büyük oğlu Hasan ibni Ali’ye amcasına bir elbise
hediye etmesini işaret etti. İmam Hasan (a.s) kendi malından
bir gömlek ve bir cübbeyi amcası Akil’e hediye etti. Gece
yaklaştı, hava sıcaktı Ali (a.s) ve Akil Dar’ül
imare’nin damına çıkmışlar konuşmakla meşguldüler.
Akşam yemeği vakti geldi. Kendisini halifelik sarayında
misafir olarak gören Akil, muhakkak renkli bir sofra
beklemekteydi. Fakat beklediğinin aksine çok sade ve fakirane
bir sofra getirildi. Şaşırarak “yemeğin hepsi bu mu?”
diye sordu.
Ali
(a.s):Yoksa bu Allah’ın nimeti değil midir? Ben Allah’a
çok şükür ediyorum.
Akil:
İstediğimi bir an evvel söyleyip izin almam lazım, borçluyum
ve borç altında kaldım. Emir ver de biran evvel borcumu
versinler. Kardeşine ne kadar yardım etmek istiyorsan et de,
evime döneyim.
- Ne
kadar borçlusun?
-
Yüz bin dirhem.
-
Oh! Yüz bin dirhem! Ne kadar çok! Üzgünüm kardeşim,
borçlarını verecek kadar param yok. Fakat istersen sabret,
hisselerin tediye zamanı yaklaşıyor, kendi payımı alıp,
sana vereyim böylece eşitlik ve kardeşlik şartını, yerine
getireyim. Eğer ailemin masrafları olmasaydı kendi payımın
tümünü sana verir kendime bir şey bırakmazdım, dedi.
-
Nasıl? Hisselerin tediye zamanı gelinceye kadar bekletiyorsun?
Üstelik hem senin devlet hazinesi elindedir, birde bana sabret
de hisselerin tediye zamanı geldiğinde, kendi payımı sana
vereyim diyorsun. Sen ne kadar istersen, hazineden ve Beyt’ül
mal’de alabilirsin. Niçin beni hisselerin tediye zamanı
gelinceye kadar bekletiyorsun? Üstelik hem senin Beyt’ül
mal’de bütün hakkın ne kadardır? Farz en hakkının
tamamını bana versen, derdimin ne kadarına deva olur?
-
Senin teklifine şaşıyorum doğrusu, devlet hazinesinin parası
varmış veya yokmuş, ben ve seninle ne ilgisi var? Ben ve sen
diğer Müslümanlar gibi herhangi bir kişiyiz. Doğrudur,
kardeşimsin ve imkanlarım ölçüsünde, sana malımdan yardım
etmem gerekir.
Fakat kendi malımdan müslümanların Beyt’ül Malı’ndan, değil.
Konuşmaları devam etti ve Akil, türlü dillerle “izin ver Beyt’ül mal’den bana yeteri kadar para versinler de işimin peşinden gideyim” diye ısrar ediyordu.
Oturdukları yer Kufe pazarını görüyordu.Tüccar ve pazarcıların para sandıkları, oradan görülüyordu. Akil hala ısrar ediyordu. Ali (a.s), Akil’e buyurdu:
“Eğer yine ısrar ediyor ve sözümü kabul etmiyorsan, o halde sana bir teklifim var. Yaparsan eğer, borçlarının, tamamını ödeyip daha fazlasına da sahip olabilirsin.
-
Akil ne iş yapayım?
-
Buranın altında sandıklar vardır. Şimdi orada kimse yok. Ve
pazarda da kimse kalmadı. Buradan aşağı in ve sandıkları
kır. Gönlün ne isterse al.
-
Sandıklar kimin malıdır?
-
Bu esnafın malıdır. Nakdi değeri olan mallarını, oraya
döküyorlar.
-
Hayret. Bana, halkın sandıklarını kırmama ve bin zahmetle
kazandıkları ve bu sandıklara döküp Allah’a tevekkül
ederek evlerine giden, çaresiz halkın, malını alıp, gitmemi
mi teklif ediyorsun?
-
O halde nasıl bana, müslümanların Beyt’ül mal
sandığını senin için açmamı teklif ediyorsun? Peki bu mal
kimindir? Bunlar da bir şey düşünmeden evlerinde rahatça
uyuyan halkındır. O halde başka bir teklif daha yapayım.
İstersen bu teklifi kabul et.
-
Başka ne teklifi?
-
Hazırsan eğer kılıcını al, ben de kılıcımı alayım,
Kufe’ye yakın eski bir şehir olan Hıre vardır. Orada
toptancı tüccarlar ve zengin kimseler vardır. Gece ikimiz
gideriz. Birimiz baskın yaparız. Büyük servetleri alıp
getiririz.
-
Kardeşim, ben hırsızlık yapmak için gelmedim ki bu sözleri
söylüyorsun. Sen sadece elinde bulunan Beyt’ül mal’den ve
devlet hazinesinden, borçlarımı vermem için bana para
vermelerine izin ver diyorum.
-
Birlikte bir kişinin malını çalmamız, yüz binlerce
müslüman ın malını yani, bütün müslümanların malını
çalmamızdan daha iyidir. Nasıl olur bir kişinin malını
çalmak hırsızlık da, bütün halkın malını çalmak
hırsızlık değildir?
Sen utanmıyor musun ki hırsızlık yalnız birinin birine saldırması, zorla malını pençesinden almasıdır diyorsun, hırsızlık çeşitlerinin en kötüsü şimdi bana teklif ettiğin değil midir?[1]
[1] - Bihar ül-Envar, c. 9, s. 613. Tebriz basımı
[1] [2] [3] [4] [5] [6] [7] [8] [9] [10] [11] [12] [13] [14] [15] [16] [17] [18] [19] [20] [21] [22] [23] [24] [25] [26] [27] [28] [29] [30] [31] [32] [33] [34] [35] [36] [37] [38] [39] [40] [41] [42] [43] [44] [45] [46] [47] [48] [49] [50] [51] [52] [53] [54] [55] [56] [57] [58] [59] [60] [61] [62] [63] [64] [65] [66] [67] [68] [69] [70] [71] [72] [73] [74] [75] [76]